top of page

ESKİ TOPRAK İNSANLAR NASIL BESLENİYORDU ?


Sorunun cevabını kanser, diyabet, tansiyon, kolesterol, depresyon, alerji, uykusuzluk gibi rahatsızlıklarla günümüzdekinden çok daha az karşılaşan 200 yıl önceki insanların veya şu an ilkel dediğimiz toplulukların, neyi nasıl yediklerine bakarak bulmaya çalışalım:

Öncelikle mevsimin meyve sebzesi yeniyordu. Çilek yemek için Haziran'ın, salçalık biber almak için sonbaharın gelmesi beklenirdi. Günümüzde modern tarım uygulamalarıyla kabak, patlıcan, biber, domates, salatalık bütün bir sene raflarda bulunuyor. Aslında doğanın o kadar hassas bir dengesi var ki; çok suya ihtiyacımız olan yaz aylarında imdadımıza karpuz, hastalıklardan korunup güçlü kalmaya çalıştığımız kış aylarında narenciye çeşitleri yetişiyor.

O zamanlar gıdalar gerçekti, rafine edilmiyordu. Günümüzde rafinasyon işlemleri sırasında un, şeker, yağ gibi gıdalar doğal mineral ve vitaminlerini kaybediyorlar. Rafine ürünleri besleyici değerlerinden birçok şey feda edilmiş olarak alıyoruz. Hem de bilmeden birçok paketlenmiş gıda aracılığı ile dolaylı yoldan yiyoruz. Bugün çok yesek de doymadığımız zamanlar oluyor, gıdaların besleyici değerinde noksanlar maalesef ki noksanlar bulunuyor. Çok aşırı şişmanladığı halde bir türlü iyi beslenemeyenler de mevcut.

Genetik müdahaleler yaparak insanın istediği şekilde canlıların özünü değiştirmesi acı bir gerçek. Günümüzde ABD'nin başını çektiği ülkelerde, soya fasulyesi, mısır, buğday ve pirinç başta olmak üzere birçok tahıl, bakliyat, sebze ve meyvenin genleri değiştiriliyor. Genleri değiştirilmiş tohumların üreticisi olan uluslararası şirketler ülkemizde de tohum satıyorlar.

Herkes kendi civarında yetişenleri yerdi. Şu anda Arjantin'den armut, Şili'den üzüm, ABD'den pirinç ve çeşitli ülkelerden tropik meyveler ithal edilmekte. Oysa insanoğlu kendi ikliminin, kendi coğrafyasının ürünü olan gıdalarla beslendiğinde vücudu için daha şifalı bir etkisi oluyor. Örneğin, kendi yaşadığımız bölgenin balını yersek eğer bu bal çevremizde alerjiye neden olabilecek polen ve diğer tozlara karşı anti alerjen görevi yaparak sağlığımızın korunmasına yardımcı olmaktadır.

Tarımsal üretimde kimyasal gübre, böcek ilacı veya hormon kullanılmıyordu. Bu ilaçların tortuları meyve sebzenin kabuğunda kalabiliyorlar. Hormonlar ve gübreler gıdanın yapısından bizlere de aktarılıyorlar. Bu son derece zararlı yöntem yerine sadece doğal gübre ve böceklerle zararlı otlarla doğal mücadele yöntemleri kullanılarak yapılan tarıma günümüzde ekolojik, organik, biyolojik yada yeşil tarım adı veriliyor.

Eski zamanlarda katkı maddeleri kullanılmıyordu, gıda ve kimya endüstrileri şimdiki gibi gelişmemişlerdi. Kimya endüstrisinin de gelişmesiyle çilek kokusu veya haşlanmış tavuk kokusu laboratuarlarda üretilebiliyor ve gıda üretiminde boyalar ve çeşitli türdeki katkı maddeleri kullanılıyor. Bu katkı maddeleri de çoğunlukla doğal değiller ve vücudumuza yabancılar. Birçoğu da kanserojen maddeler içeriyor.

Herkes kendi iç sesini dinleyebiliyor, kendisi için neyin daha iyi olduğunu doktorlardan daha iyi biliyorlardı. İnsanların reklam panoları, televizyon, medya, ilaç şirketleri, özel hastaneler tarafından henüz kuşatılmamışlardı. Yemekler kalabalık aile sofralarında zevkle ve muhabbet eşliğinde yeniyordu. Koşturmaca içindeyken yada bir yandan gözler televizyona odaklanmışken değil yemeğin tadını çıkararak, hissederek yediğimizde vücudumuz çok daha iyi sindirebiliyordu. Bu şekilde de yenilen yemekler daha faydalı hale geliyorlardı.

bottom of page